28 Kasım 2008 Cuma

tombik pandalar

tombik pandalar yumukluklarıyla meşhurdur :) sevimli suratlarında gözlerinin çevresi ve kulakları siyah kalanı da beyazdır. pandalar inanılmaz tembeldirler, bambularıyla uğraşmak dışında yaptıkları tek şey uyumak ve popolarını büyütmektir :) bambuları da sadece çinde yoğun olarak bulunduğu için başka yerlere göç etmemişler, sadece orada kalmışlar, nesilleri de yavaş yavaş tükenmeye yüz tutmuştur. bugün 1000 civarında panda olduğu düşünülmektedir.
pandaların çiftleşme hikayeleri de çok enteresan, dişi pandanın erkeği beğenmesi gerek. erkek pandalar az da olsa, o beğenmedikçe hiç birşey olmuyor. normalde yalnız yaşayan pandalar, çiftleşme dönemlerinde sesler çıkarmaya, bağırmaya başlıyorlar. erkeklerin de flört için çok zamanı yok ellerini çabuk tutmak zorundalar çünkü dişilerin çiftleşme isteği 5 güncük sürüyor.
hayvanlar aleminde yavrularına karşı en sevecen hayvan pandalardır. Bebek pandanın gözlerinin açılması 6 hafta sürer. 3 aylık olduğunda tek başına yürümeye, 5 aylık olduğunda ise koşmaya ve bambunun tadına bakmaya başlar. Bebek panda bir buçuk seneden uzun bir süre annesinin yanında kalır. Ancak bu uzun dönemin sonunda tek başına yaşamaya hazırdır.

yer yer vikipediden alıntılar barınsa da,bu yazımda, kendi yorumlarım da yok değildir.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Coca Cola Foku'nun aklıma getirdikleri...

Bugün Coca Colanın şu 4 kapak getirene verdiği beyaz foklardan birini aldık. o kadar sevimli ki, hele kuyruğuna bittim. Allahım ne kadar da özenerek yaratmış. kömür karası gözler, kapkara bıyıklar ve bembeyaz tüyler. foku elime alınca aklıma ister istemez kürk ticareti adı altında yapılan vahşetler geldi. hayvanların derilerinden kürk yapmak için kafalarına sopalarla vurmalarını, elektro şok uygulamalarını, düşündükçe içim ürperiyor. ve KANADA, kürk ticaretini yasal kabul etmiş bir ülke. her sene binlerce fok, yasal olarak kafalarına ard arda sopalar yiyerek öldürülüyor ve kanada, pek çok ülkenin tepkisini almış olmasına rağmen buna devam ediyor. bununla ilgili sabah gazetesinin 30 martta yayınladığı bir haber buldum. bu haber, bu vahşetle ilgili ne yazık ki içler acısı pek çok bilgiyi içeriyor. okumakta fayda var derim.

***

"Dünyanın en büyük deniz memelisi avı Kanada`nın güneyindeki buzlarla kaplı St. Lawrence Körfezi`nde başladı.

Kanada Balıkçılık ve Okyanuslar Kurumu Sözcüsü Phil Jenkins, yoğun buz tabakası nedeniyle avcıları taşıyan 16 teknenin fok sürülerine henüz yaklaşamadığını açıkladı. Şu ana kadar yalnızca 15 fokun öldürüldüğünü belirten Jenkins, "Bu çok yavaş bir başlangıç" dedi.

Kanada hükümeti, bu yılki av sezonunda 275 bin fokun öldürülmesine izin verdi. Hayvan hakları savunucuları, `zalimce` yapılan avlamanın fok popülasyonuna zarar verdiğini iddia ediyor. Avcılar ve hükümet ise avlanmanın insanolduğunu savunurken balıkçıların önemli bir gelir kapısından mahrum edilemeyeceğini vurguluyor. Av sezonu, izin verilen sayıya ulaşılıncaya kadar sürecek.

Fok avı, özellikle avlanma yönteminin neden olduğu kanlı görüntüler nedeniyle eleştiriliyor. Avcılar, uzun saplı bir tür çekiç olan `hakapik`le fokların kafataslarına seri darbeler indiriyor. Karla kaplı zemini kırmızıya boyayarak kaçmaya çalışan hayvanlar bir süre sonra hareketsiz kalıyor.

Daha sonra hayvanların değerli derileri yüzülüyor. Kanada hükümeti bu yıl, dünyanın tepkisine neden olan avlanma görüntülerinin çekilmesini yasakladı.

Ayrıca derilerin hayvanlar can vermeden yüzülmesinin önüne geçmek için, fokların şah damarlarının kesilmesi zorunluluğu getirildi.

Yaklaşık 80 dolara alıcı bulan fok derileri daha çok Norveç, Rusya ve Çin`deki tekstilcilere satılıyor. Kanada, 2006`da fok avından 25 milyon dolar kazanmıştı. Avrupa Birliği; ABD, Hollanda ve Belçika`nın daha önce yaptığı gibi fok ürünlerinin ithal edilmesini yasaklamayı tartışıyor.

Kanada hükümeti, 1970`lerde 1,8 milyon civarındaki fok nüfusunun kontrollü avlanma sayesinde 2004`te 6 milyona yaklaştığını tahmin ediyor.

FOK AVCILARINI TAŞIYAN TEKNE ALABORA OLDU

Birçok uluslararası kurum ve bazı hükümetler tarafından eleştiri oklarına hedef olmasına ve engellenmeye çalışılmasına rağmen Kanada`da başlayan fok avında, ava çıkanları taşıyan bir teknenin alabora olması sonucu 3 ya da 4 kişinin öldüğü bildirildi.

Kanada Balıkçılık ve Okyanuslar Bakanlığı sözcüsü Michel Plamondon, Kanada`nın doğusundaki St. Lawrence Körfezi`nde batan teknede ölenlerin olduğunu açıkladı, ancak bir sayı vermedi ve teknedekilerin tamamının fok avcısı olduğunu söylemekle yetindi.

Bölgede avlanan diğer avcılar ise, kazada 3 ya da 4 kişinin öldüğünü bildirdi.

Yaklaşık 5,5 milyon fokun yaşadığı Kanada`da geçen yıl 270 bininin avlanmasına izin verilmiş, ancak 330 bin fokun avlandığı iddia edilmişti. Fok avı, derileri zarar görmemesi için fokların sopalarla dövülmesi ve canlı canlı yüzülmesi sebebiyle tepki görüyor.

Avrupa Birliği de yükselen tepkiler sebebiyle Kanada`dan fok ve ürünlerinin ithalatına kısıtlama getirmek üzere hazırlıklarını sürdürüyor.

Belçika ve Hollanda, bundan böyle Kanada`dan fok kürkü ve omega-3 bakımından son derece zengin fok yağlarını ithal etmeyeceğini açıkladı.

Her yıl yapılan fok avının şekli ve av sonrası ortaya çıkan manzara korkunç olarak değerlendiriliyor.

Kanada Balıkçılık Bakanlığı tarafından sadece yetişkin fokların avlanmasına izin verildiği açıklansa da, avlanan fokların büyük bölümünü, derilerinin daha pahalı olması sebebiyle 3-4 aylık foklar oluşturuyor. Bu yavru foklar, avcıları gördüklerinde kaçmadıklarından, kalın sopalarla kafalarına vurulurken de savunmasız kalakalıyor. Ölesiye dövülen yavru foklar, daha sonra çengelli sopalarla buzların üzerinde teknelere sürükleniyor. Bu sırada hala ölmeyen birçok yavru fok canlı canlı yüzülüyor.

Kanada`nın dış ticaretindeki en büyük müşterisi ABD, Kanada`dan yavru fok kürkü alımını 1972`de, Avrupa Birliği ise 1983`te yasaklamıştı. Kanada`nın en büyük alıcıları ise Norveç, Rusya ve Çin."

25 Kasım 2008 Salı

Bıyıksız Fatma

fatma, sarman iri bir dişi kediydi. onu gördüğüm tek yer bizim dükkandı. yine küçüktük tabii. daha dükkanda çivi tarttığımız günlerdeydik.

fatmayı, bir rivayete göre, dedem alıp getirmiş dükkana. mazisini bilmiyoruz kedinin anlayacağınız. hayret, dedim, babam kedilerden hiç hazzetmez ama bizim dükkanda bir kedi barınabilirmiş demek.

sanırsam fatmayı dükkana getirdikleri zaman fatma hamileymiş. çünkü dükkana geldikten kısa bir süre sonra doğurmuştu, kendisi gibi sarı 4 yavrusu olmuştu. yavrulardan, babalarının pamuk olmadığını anlamak çok da zor değil :)

neyse gel zaman git zaman, fatma dükkana, babam fatmaya alıştı. ama babamın bir meramı varmış meğer, fatmanın bıyıkları çok uzunmuş.ve evet, babam makası alıp fatmanın bıyıklarını kırpmış. kökten almamış da, şekil yapmış, boylarını kısaltmış.kedi tabii fırlamış yerinden haliyle, korkuyla. noluyoruz gibisinden. hissetme duyusu babam tarafından zedelenmiş olmuştu böylece fatmanın. zaten hırçındı, daha beter olmuştu o günden sonra.

yavrular büyümeye başladığı zaman babam artık istememiş kedileri. zaten bekliyordum ben, babam epey bir süre sesini çıkarmamıştı. sesini çıkarmama nedeni de dedemiş meğer. o istiyor diyeymiş.

babam fatmanın yuvası olan kutuyu elime tutuşturarak, benden bizim bahçeye götürmemi istemişti. ev dükkana yakın, seve seve götürdüm tabii ki. ama kıpırdanıyor içinde fatmayla yavrular. geldik bahçeye, fatma fırladı. tabi bahçenin ahalisi yadırgadı fatmayı. ben birebir ilgileniyorum fatmayla, yaklaşan erkekleri kaçırıyorum kovalıyorum felan. ama fatma daha fazla dayanamadı, bir yavrusunun ensesinden aldığı gibi dükkana doğru koşmaya başladı. o kesik bıyıklarıyla nasıl buldu o dükkanın yolunu ya da kaç kere dükkandan kaçmıştı da bu kadar rahat yolu bulabiliyordu hala bilmiyorum. peşi sıra gittim ben de, elimde diğer yavruların olduğu kutuyla. yine dükkana yerleşti fatma.

o dükkandan çıkalı 10 sene olduğunu düşünürsek, fatmayı da en son 10 sene önce görmüşümdür tahminen. sinirli bir suratı vardı, pek de dokundurtmazdı kendisine. ne alemde, nerelerde hiç habaarım yok, görmedim duymadım algılamadım, bilmiyooorum yani.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Şehir Efsanesi Pamuk

küçük idik...

o zamanlar daha rumeli kavağında oturuyor idik. çocukluğumuza damgasını vurmuş iki öğe de hayvan idi, yan evin köpeği olan koç, sokağın kedisi olan pamuk.

pamuk, bildiğimiz pamuk işte. beyaz iri kıyım bir erkek kedi. asık suratlı ve devamlı sinirli bir kedi olma özelliklerine de sahip, ama asıl ayrıcalığı, mahallenin tüm dişilerine istinasız sahip olmuş olması, hepsinden çocuk yapmış olması. efe gibi gezerdi pamuk, hangi dişi çırpınacak kaçmak için peh. çırpınsan kaç yazar ayrıca, pamuk bu, istedi mi alır icabında. mahalledeki kedi miktarının %80i pamuğun bir parçasına aitti. bir hevesle evine kedi köpek alıp, sonra o sorumluluğu taşıyamayınca hayvancağızların getirilip bırakıldığı, daha doğrusu atıldığı bir yer olan rumeli kavağı için bu oran, hakikaten büyük bir orandı. zaten büyük bir oran da. hani mahallede sadece 5 kedi yoktu o manada demek istedim.

neyse kısaca pamuk, mahallenin efesiydi ağasıydı sahibiydi öttüreniydi. bu kadar dayı olmasına rağmen, çok fazla miyavladığını da duymazdık. sessiz hallederdi işlerini. en sevdiğim ve güldüğüm özelliği de yemeğine ortak olma gafletine düşmüş kediceğizlere indirdiği gürültülü tokatlardı. o patilerle bana vursa iki gün kalkamayabilirdim yerden yalan yok. yaba gibi patileri vardı netekim. sevmek isteseniz de bunu eyleme dönüştürtmezdi beyfendi. ensesine uzanan sevgi dolu elleri hemen def ederdi başından. dokundurmazdı dokanırdı.daha doğrusu tokat atardı.

bir günü, her zaman ve yine güneşli bir yaz günü tabi ki, dedemin evinin önünde duran arabamızın üstünde pamuğu ağa gibi yatar vaziyette buluyoruz. tabi ki hiç bir seslenmemize kulak dahi kıpırdatmıyor. sessizliğiyle küfrediyor kedi bize. abimin o zamanlar bir saati vardı, o zamanlarında favori kol saatiydi. su geçirmez ilk saat de olabilir tam bilmiyorum ama kuruluyordu falan bu saat. yanlarında bir sürü düğmesi vardı.

o gün abim saatini çıkarıp pamuğun önüne koymuştu. pamuk tabi hemen kaptı saati, oynamaya tırmıklarıyla camını çizmeye başladı, ciddi ciddi çizdi yani. epey ilgisini cezbetti, yattığı yerden kaldırdı kıçını, saatle cebelleşmeye başladı. epey kaptırdı kendini pamuk, saati bir alıyor, bir fırlatıyor felan. tam da böyle ilgisinin yoğun olduğu bir anda patisiyle dırt! diye saatin bir düğmesine bastı ve basar basmaz da saati fırlattı korktu kaçtı. işte o an gözümde küçülmeye başladı pamuk, sacitin osman koçarslanlı karşısında küçülmesi gibi. vay be dedim, yılların ününü eskitemediği, haşlak köfteleri ağzı hiç yanmadan yiyebilme yetisine sahip, mahalle kavgalarının aranan siması, dişilerin namuslarına göz dikmiş , dikmekle kalmamış hepsini almış pamuk, bir saat dırtından korksun. yapma be pamuk. yapmasaydın keşke yani.

velhasılı kelam pamuğu, bu yüz karası olayın gerçekleştiği enfes yaz gününden sonra hiç görmedik. aslında defalarca gördük de, hikayenin burasında biraz gerçekten sapmak ve olayın seyrini değiştirmek hevesindeyim.

pamuk! orada burada yüzün üstünde çocuğun vardı kesin. hemen hemen hepsini mıncıklama şerefine nail oldumsa da, seni mıncıklayamadım ya, daha doğrusu mıncıklatmadın ya, hep bir şeyler eksik.ben küçükken senin boyun da nerdeyse benim kadardı. at gibi bir kediydin, belki değildin? kırma olabilir miydin sen acaba? bir vaşakla tekir kedinin çiflteşmesi sonucu felan hani? neyse saçmalamaya başladım ben.

pamuk, hayatıma damgasını vuran ilk kedidir. noktaaa.

HAFTANIN FOTOĞRAFI / 24 KASIM 2008


ismi tosun. ben kodum :p

21 Kasım 2008 Cuma

Kokarca

çok datlular ya.. burda olsalar da yumuk yumuk sevsem yoğursam koparsam tüylerini :)

efendim korktukları vakit, sarımsak kükürt yanık plastik karışımı bir koku salıyorlarmış ve bu koku anca domates suyu ile yıkanınca çıkıyormuş. enteresan valla.
fazla da yemek seçmezlermiş, nimetin değerini biliyorlar tabi, beğenmemezlik etmiyor hayvanceğizler. onu da bulamamak var yaa.

ortalama 6 sene yaşarlarmış. tabi avcılar kendilerini tüyleri için elektrik şoku ile, kafalarına vurarak öldürmezlerse.
nasıl kıyabiliyorlar bu hayvanlara ya. giymeyiverin bir yeriniz mi eksik kalır kürk giymeyince. katledilmiş hayvan derisi giymek hangi bencil hislerinizi tatmin ediyor? sırtınızda ölü hayvan tüyü taşıyarak kahrolası statünüz mü yükseliyor? toplumda itibarınız mı artıyor?

hepiniz bu hayvanları katlettiğiniz ve hiç düşünmeden vicdan azabı çekmeden bu kürkleri sırtınıza giyebildiğiniz için zavallısınız.sizin derinizi yüzsünler inşallah.

inşallah kelimesi burda irticayı çağrıştırıyor olabilir mi acaba.

18 Kasım 2008 Salı

zannımca iki tip kedi vardır...

iki tür kedi vardır ifindım gözlemlerim doğrultusunda, biri sevmek için elinizi ensesine uzattığınızda elinizi izleyen patileri ile elinizi yakalamaya çalışan kedi; diğeri de sessiz kendi halinde, istediğiniz kadar yuvarlasanız da mıncıklasanız da gıkı çıkmayan, gözleri kapalı, hep uyku modunda kedidir.

ilk tip kediler çok yaramaz olurlar. akşama kadar ordan oraya koştururlar sizi. yerinde duramadığından bazen patisine ya da kuyruğuna istemeden basabilirsiniz, o zaman da hafif bir çığlığı basar, ayağınıza vurur. ondan sonra hiç birşey olmamış gibi oynamaya devam eder. gamsızdır, işi gücü yaramazlıktır. çok yer, çok hareket eder, ve haliyle çok sıçar. günün on beş vakti kendisini sıçmak için toprak kazarken ve ıkındığı zaman sırtındaki tüylerini aşağıya doğru kayarken görebilirsiniz. komik suratları vardır bunların. ağzına parmağınızı sokun, bayılır.

sessiz nahif kedi ise, tavşan pozisyonunda gün boyu kalır. sadece kulakları oynar, böylece hayatta olduğuna hükmedersiniz. gözler kapalı ve aşağıya doğru bakar. siz onu sevmeye başladığınızda hafifçe başını kaldırır ama gözlerini açmaz, öylece bir süre durur ve o pozisyonda uyuma denemeleri yapar. biraz daha okşayın, yana yuvarlanır, gövdesini size bahşeder ama gözler hala kapalıdır. yemek verin, ağızlarını zor açarlar uyuşukluktan. sev sev bir yere kadar. insan hareket istiyor bir zaman sonra.

ama hepiciği de çok datlu di mi :)

14 Kasım 2008 Cuma

AVRUPA YAKASI / DOLMUŞ MACERASI

HAYKO CEPKİN / MELEKLER

DUMAN

Herşey yağmurlu bir okul gününde başlamıştı.. O zamanlar lise 1'e giden ben, servisten indikten sonra apartmanın önünde çok şirin ve tombiş bir kedi görmüştüm. O kadar tatlıydı ki, uçuk pembe bir tasması ve iri kocaman gözleri vardı.. Duman..

Çok merak ettim bu kedi kimin acaba diye. Acaba, dedim dişçiye gelen birinin miydi bu güzel kedi? Evimizin altındaki dişçinin önünde duruyordu çünkü. Sürekli miyavlıyordu, korktuğu belliydi. Ama o an için yapabileceğim birşey yoktu ve düşünceli düşünceli eve doğru yol aldım. Annemi bir yoklayayım dedim belki biliyordur diye.. Sordum, o da hiç görmemiş, bilmiyormuş ama sesini o da duymuş..

Derken günler böyle geçip gitmeye başladı.. Tombul kedi bi ara gözden kayboldu sonra yine geldi.. Geldiğinde bu sefer tasması yoktu.. Sürekli 5. kata çıkıyordu ve kapıda miyavlıyordu. Annemin sonradan söylediğine göre 5. kattaki komuşumuz bu kediye bir süre evinde bakmış sonra dışarı bırakmış.. Bu hikayenin doğruluğundan hala emin değilim ama eğer böyle bir durum varsa, biz kedinin varlığından bihaberdik.. Apartmanımızda kimsenin beslediği bir hayvanı yok diye biliyorduk çünkü..

Sürekli kediyi görüyordum, apartmanın önünde ürkekçe duruyordu. Kimi zaman yukarı mahalleye doğru yollanıyordu ancak akşama doğru geliyordu. Sonradan öğrendim ki, Duman'ın sahibi ölmüş ve kedi de böylece ortada kalmış. Duman da sahibi aklına geldiğinde herhalde kaldığı eve doğru gidiyor diye düşünüyordum. Çok akıllı bir kediydi..

Zamanla apartmanımıza girip çıkmaya başladı. Tabi apartman sahipleri de sürekli kediden şikayet ediyorlardı. Çok tüy döküyormuş, sürekli bağırıyormuş, onları rahatsız ediyormuş, korkuyorlarmış... Gerçekten Duman'ın öyle kuvvetli miyavlamaları vardı ki ya ağlıyordu, ya da 'mama' diye bağırıyordu.. Bunu gerçekten anlayabiliyorduk.
Dumancık giderek zayıflamaya ve hırçınlaşmaya başlamıştı. Ben kedileri çok sevdiğimden böyle bir fırsatı kaçrımadım tabi ki ve sürekli Duman'ı yedirmeye ve onunla oynamaya başladım :) Sürekli apartmanın içinde onu arıyordum, onunla duruyordum.. Bazen uzanıp tırmalamaya çalışıyordu ama anlıyordum ki, sahibi öldükten sonra çok hırçınlaşmıştı kedicik.. 5. kattaki komuşumuzdan kedinin aynı zamanda kısırlaştırıldığını da öğrendik.. Duman'ımız dişiydi ve kısırdı.. Çok da hırçındı gittikçe de hırçınlığı artıyordu.

Bu arada hayvan sevgisinden bihaber, sadece kendi rahatını ve menfaatini düşünen apartman sakinleri de, zavallı hayvancığı karalama politikasına başlamışlardı.. Sürekli tekmeliyorlar, git burdan diye zavallı hayvana bağırıyorlardı.. Kapalı namazlı niyazlı insanlar kediye neler yapıyorlar, nasıl tekmeliyorlardı, üstüne bir de bana niye seviyorsun diyorlardı..

Duman.. Eve o kadar hasretti ki, iki kere 4. kattaki evimize girmişti kapıyı açık bulunca.. :) Evimize girdiği zaman gözleri kocamandı sevinçten etrafına bakınıyordu, bir seferinde de annemin odasına, evin en sonundaki odaya kalorifer peteğinin yanına gitmiş orada duruyordu, canım benim.. Bir bilseniz ne kadar özledim.. Güzel bir dille kendisini dışarıya çıkarmıştık. Bizim katımızı ezberlemiş, sürekli kapımızda duruyordu. Daha apartmanın giriş kapısından bağırmaya başlardı, öylece bizim kata kadar gelirdi :) Geldiğini belli etmek için de başıyla kapıya vururdu, akıllı Duman'ım benim. Babam da, kim var kapıda diye bize sorardı :)

Her yaz Sarıyer'e, dedemlere kalmaya gideriz. O sene de gitmiştik ama ben Duman'dan çok zor ayrılmıştım çünkü biliyordum döndüğümde burada olmayacaktı.. Apartman sakinleri -biz ve bizimle birlikte birkaç daire hariç- kendi aralarında kediyi atma planı kurmuşlardı ve biz gittikten sonra uygulayacaklardı. Apartman görevlisine sürekli baskı yapıyorlardı 'şu hayvanı koy bi çuvala al götür burdan' diye.. İnanabiliyor musunuz, zavallı hayvanı çuvala koyup alıp gitmekten bahsediyorlar.

Birgün pencereden bakarken apartman görevlimizin gerçekten de elinde bir çuvalla Duman'ı yakalamaya çalıştığını gördüm. İtiraz ettim, yapılır mı dedim ama tabi ki dinletemedim. Bizim gitmemizi beklemişler ve kediyi çuvala koydukları gibi Yakacık'a götürmüşler ..

İnanamadım.. İnanmak istemedim.. Bu kadar akıllı bir kedicik, kimseye zararı olmayan bu tombul kedicik, mahkumlara suçlulara yapılması normal karşılanan bir davranışla, ağlaya ağlaya çuvalın içinde bağlı bir şekilde arabayla götürülmüş.. Duman'a güya çok iyi bakıyorlarmış bir hastanenin bahçesindeki hemşireler.. Hiç inandırıcı değil, değil mi.. Öyle ki Duman, her sabah beni servise kadar geçirirdi, peşimi bırakmazdı hiç.. O insanların akılları olup olmadığı hakkında inanın şüphelerim var ve hayvanları sevmeyen insanları sevemez diye çok gerçekçi bir söz var ya, bunlar gerçekten insanları sevmiyorlar, sadece kendilerini ve rahatlarını düşünüyorlar ama bunun bir de ahireti var.. hesabı var..
Kötüleri Allaha havale ediyorum..
Duman.. Canım güzel kedim benim.. Neydi senin çektiğin.. Belki de yaşamıyorsun şimdi ama bil ki, biz seni çok sevdik..
Çok özledik...


İstanbul 19 ağustos 2006

Siyami'nin Günlüğü

04.00 babamın uykusunun en derin olduğu anda yatağa zıplanıp ayak parmakları ısırılacak

04.01 babamın fırlattığı yastık savuşturulacak

05.30 antene tüneyen kargayla düet yapılacak. babamın "kes sesini lan siyami" şeklindeki nazik uyarısı duymazdan gelinecek

07.00 tuvalet kumu etrafa saçılacak.kum tanelerinin halı üzerindeki dağılımına göre fal bakılacak (henüz tarot öğrenemedim de..)

08.00 mutfak penceresine gelen serçelere tuzak kurulacak. yüyecek bulma ümidiyle pervaza konan minik hayvancıklar 'bööö!' diyerek korkutulacak. uçuşan tüylerine bakılarak kıs kıs gülünecek...

08.30 uyku mahmuru banyonun yolunu bulmaya çalışan babamın ayakları arasında dolanıp takılıp düşmesi sağlanacak. boylu boyunca yerde yatan adamın alnındaki şişlik yalanıp özür dilenecek.

08.35 discovery channel i açması için babaya yalvaran gözlerle bakılacak. sonra bengal kaplanlarının çiftleşmesi izlenecek. salyaların halıya akmaması için sık sık yalanacak.

08.45 babamın okuduğu gazetenin köşesi kemirilecek. yetinilmeyecek. digitürk kuponu bir tırnak darbesiyle ortadan ikiye bölünecek.

09.00 evden çıkmak üzere olan babaya yalakalık yapılacak. ayakkabıların üzerine yatılacak. aykkabı çekeceği kaçırılacak. adamın 'tüh be, bütün gün şu hayvanı evde bırakıyoruz, onun için gitmemi istemiyor zavallı' diye vicdan azabı duyması sağlanacak.

09.05 işte vahşi ormanın tam ortasındayım. hihoyt! buranın tek hakimi benim. önce babamın yatağında güzelce kestirmeli.

11.00 çok acıktım. ama canım kuru mama istemiyor. şu saksıdaki çiçeklerin tadı güzel mi acaba?..

12.00 şimdi çalışma zamanı. vakit geçirmeden koltukları tırmalamam lazım. her nedense babam buna çok kızıyor. ama akşam döndüğünde içinde süngerleri çıkmış, postmodern bir oturma grubu gördüğünde beni şefkatle kucaklayacak bundan eminim..

14.00 şöyle birkeç saatlik uyku için çamaşır sepetinden daha uygun bir yer olabilir mi? hele üzerinde ütülenmeyi bekleyen mis gibi yeni yıkanmış çamaşırlar varsa..

17.00 döktüğüm tüyler kanepenin üzerinde harikulade bir desen oluşturmuş. aynısından halının üzerine de yapmalıyım ki takım olsun..

18.00 hayır, bu biblo televizyonun üzerine hiç yakışmıyor (şangırr!) evet, şimdi pek çok küçük biblomuz oldu, ne güzel..

20.00 bu babamın ayak sesi. gidip onu karşılamalıyım. bir filmdeköpeğin sahibine terlik götürdüğünü görmüştüm. denesem mi acaba? yo hayır, bu kokuya daha fazla dayanamayacağım..

20.05 babam yine terlik oyununa başladı. nedense her akşam eve geldiğinde bu oyunu oynamaktan bıkmadı. elinde terlikle beni kovalayıp duruyor. bundan ne zevk alıyorsa?..

21.30 babam yemek yerken masaya çıkmama sinir oluyor. bunu kızarmış gözlerinden ve dudağının kenarındaki beyaz köpüklerden anlamak çok kolay. ama üç yaşında yetişkin bir siyam kedisinin karşısında balık yemeye kalkmadan önce bunu düşünmeliydi.

23.00 babamın kucağından daha rahat bir yer yok. bir de horlamasa.. ööf öf! televizyonu kapatmak yine bana kaldı. kedi miyim hizmetçi miyim anlamadım.
(hürriyet gazetesinden)